Sevgili Gençler,
Sevgili Sabancı Üniversitesi Camiası,
Beni üniversitenin kapanış dersine davet ettiğiniz çok teşekkür ediyorum.
Aslında neden ilgi çektiğimi biraz biliyorum. Çok büyük bir çaba ile gençlerin çalışmayı çok hayal ettiği Birleşmiş Milletler ailesine katıldım. Sonra da tuhaf bir şey yaptım ve ulusal aileme döndüm. Herkesin gitmek istediği yerden, kimsenin pek gitmek istemediği yere geldim. Hem de herkesin yere göğe koyamadığı iktidar partisine değil, herkesin aşağılamaya doyamadığı muhalefet partisine katıldım.
Sanırım sizce de yeterince ilginç olmuştur.. Ama iki yönlü bir ilginç bulunma hali bu.
Kimileri için ermişlik, bilgelik iken kimileri için de aptallığımın kanıtı.. Bunu söyleyen Sokrat için değil, mesela annem için…
Annem demişken anlatmadan geçemeyeceğim. Beni politikaya atıldığım için aptallıkla suçlayan annemin zekası hakkında bir fikriniz olsun isterim.
Annem bana daima iyi insan ol, politikacı olma demişti. Dolayısı ile ben bundan ders almış biri olarak aileme siyasete atılacağımı söylemedim. Onlar beni Tunus baharı ile ilgileniyor sanırlarken ben çoktan aday listesine girmiştim bile…
Eminim, size de daima iyi bir insan olmanın erdemleri anlatılır. Ama iyi insanı anlatmak yerine iyi insanın kendisi olmak nedense anlatanların aklına gelmez.
Siyasetçi bir arkadaşımın on yedili yaşlarını süren bir oğlu var. Arkadaşım oglunun iyi bir insan olup olmadığını cok merak ediyordu. Bunun icin bir gün baba oğul aramıza kimseyi almadan konuşalım demiş. Ve baba oğul erkek erkeğe balkon sofrasina kurulmuşlar. Arkadaşım önce uzun uzun ne kadar özgürlükçü bir baba olduğundan söz edip, oğluna ilk aşkını, ilk zayıfını özetle bir babanın oğlunda merak edeceği her şeyi sırasıyla sormaya başlamış. Siz iyi bilirsiniz.. “Orçun dönemi oldu mu olmadi mi?” diye ahret sorulari… Sohbet koyulaştıkça sıra ilk içki sorusuna gelmiş. Arkadaşım oğlunun ilk kadehini ne zaman kaldırdığını merak ediyormuş. Oğlu anlatamam kızarsın demiş. Olur mu, diye ısrar etmiş arkadaşım. Biz baba oğuluz. Ne diye kızayım? Çocuk direnmiş ama sonunda babasının samimiyetinden o denli etkilenmiş ki ilk defa on beş yaşındayken içki içtiğini itiraf etmiş. Arkadaşımın demokratik açılımı o anda çökmüş ve oğlunu bir güzel dövmüş. Şu anda baba oğul birbirlerinin sırlarına kapalı olarak yaşıyorlar. Size bir çağrışım yaptı mı?
İsterseniz artık benim hikâyeme dönelim. İnsanların hikâyeme ilgi duymasına hep şaşırmışımdır. Çünkü karmaşık olmayan basit bir olaydır.
19 yaşında öğrenciydim. Kanserli bir arkadaşıma refakat ederken kapıları açık kalkan bir trenin altına düştüm. Tren hareket halinde olmasaydı raylardan yüzüme bulaşmış yağları silip ayağa kalkabilirdim… Fakat tren hızla karşı yola çıkmıştı. Duruma bir anlamda bir medeniyet hatası da diyebiliriz…
İnsanın düştüğü yerden başlaması olağanüstü güçlüdür. Çünkü tekrar düştüğünde nasıl bir yerin beklediğini ve nasıl baş edeceğini bilir.
Bu da onu, hiç düşmemişlerden bir adım önde kılar.
Sonrası tahmin edebileceğiniz gibi ayağa kalkmayı öğrenmekle geçti. Ve yeni hayatımı anlamaya çalıştım. O güne kadar gündelik hayatımızı nasıl kolaylaştırdığını hiç fark etmediğim bilimin büyük emeğine, ilk kez dikkatle baktım.
Buluşların çaresizlikleri çözen ve eksiklikleri tamamlayarak eşit hayat hakkı sunan, olağanüstü mucizesiyle tanıştım. Mesela sizlerin hayatına bavula takılarak, benim hayatıma sandalyeye takılarak kolaylık getiren tekerlekle tanıştım.
Tanıştım ve insanlık adına çok utandım. Milattan önce 3500 yılında bulunmuş olan Tekerleği sandalyeye ya da bavula takmayı neden bu kadar geç akıl ettiğimizi de doğrusu anlamış değilim.
Basit kolaylıkları buluşlarla hayatımıza katmak için, siz sakın bizim kadar geç kalmayın…
Bu gecikmeyi anlamaya çalıştığımda gökyüzüne doğru yükselen tapınak merdivenlerini hatırlarım hep. Tanrıya yakın olmak için gökyüzüne tırmananların, insanı nasıl unuttuklarını hatırlarım mimaride. Ve maalesef modern mimari de bundan ilham aldi.
Ama bilim insanı hiç unutmaz…
Daha çeyrek yüzyıl önce birbirleriyle haberleşemeyen işitme engellilerin hayatlarındaki skype mucizesini öğrendiğimde de çok heyecanlanmıştım. Duyabilen ayrıcalıklı insanlara yalvarmalarına gerek kalmadan birbirleri ile haberleşebilmelerine tanık olduğum için, bilgisayarlara ve internet buluşuna çılgın bir tutkuyla bağlıyımdır.
Gözüm ne zaman bilgisayarıma takılsa, tam o sırada dünyanın her hangi bir yerinde işitme engelli iki insanın birbirlerine dertlerini, dedikodularını özgürce anlatabildiklerini bilirim. Bu beni gülümsetir.
Insanın çarptığı her sert duvar, eğer kültürel önyargılarımızı temizleyebilirsek buluşlarla aşılabiliyor.
Madem gülmeye Çin’den başladık. Çin’le devam edelim.
Pirinçin hikayesi beni dogruluyor. 1200 lü yıllarda çok zor üretildiği için sadece soylu Asyalıların tadabildikleri pirinç, Çinlilerin bulduğu sulu toprakta tarım teknolojisi ile bugün dünyanın üçte ikisini doyuruyor. Ancak 13. yüzyılda toprak sahiplerini, arazilerini bataklığa çevirecek bu bulus konusunda ikna etmek uzun bir mücadele gerektirmişti.
İcat yerleşik alışkanlıkları sarstığı için korku yaratıyor. Kötü yönetimler halkın üstündeki kontrollerini zayıflatacağı düşüncesi ile buluş çalışmalarına direnç gösteriyorlar. Bizde bile “Başımıza icat çıkarma” diye yaygın bir atasözü vardır.
Ben kendi kariyerimi, ülkemizin başına icat çıkartmaktan hoşlanilmasına adamayı seçtim. Bilim ve buluştan bizi uzak tutan bütün kelepçeleri açmak için öncü olmaya, gerçekleştiremezsem bile kelepçelerin varlığını göstererek uyarmaya talibim.
Ancak o zaman yolumu bulmamı sağlayan bilime borcumu ödeyebilirim.
Kuzenimin kızı parlak bir kolej öğrencisi… Mühendis olmak istiyor. Küçük bir kasabada yaşıyorlar. Ziyaretlerine gittiğimde, ona dünyanın en saygın Mühendislik fakültelerinden birini tavsiye ettim. Bana şiddetle cevap verdi. “Bilgilerimi asla yabancılara satmam. Mühendisliği biz bulduk ve yabancıların çalmasına izin vermeyeceğim”.
Onu gerginleştirmemek için bilginin evrensel olduğunu açıklamaya girismedim. Ama bizzat durum onu gerçekle hemen yüzleştirdi. Çünkü annesi ve diğer kuzenim ortak hastalıklarından söz etmeye başlamışlardı. Baska bir dil bilmemelerine ragmen birden akıcı bir Fransızcayla konuşuyor gibiydiler. Kullandıkları tansiyon, kalp, şeker ilaçlarının orijinal isimleri anadillerine girmişti. Yeğenime yabancı dil bilmeyen annesi ve teyzesinin bu yabancı sözcüklerle birbirlerini nasıl anladıklarını sordum.
Yeğenim, ilaçları bizim bulduğumuzu sanıyordu ve isimlerinin neden Fransızca olduğu üstüne bir kez bile düşünmemişti. Bir İsviçrelinin bulduğu tansiyon ilacının dünyanın bambaşka bir köşesinde yaşayan annesinin hayatını kurtardığını ilk kez o anda fark etti.
Buluşlar ve bilgi, özgürlüğün gasp edildiği ortamlarda kuruyor, yok oluyor.
Bilimin ihtiyacı olan özgürlüğü korumak ise siz gençlerin sorumluluğu..
Özgürlüklerin tartışmalı olduğu ülkeler buluşlarda varlık gösteremiyorlar. 125 ülke içinde İran buluşlarda 105. olmaktan kurtulamıyor. Yeri gelmişken ülkemizin de parlak bir sırada olmadığını söylemeliyim. Maalesef 80. ülkeyiz ama sizlerin bu sıralamayı alt üst edecek enerji ve bilgelikle eğitildiğinizden hiç kuşkum yok.
Tek başına da buluş ne yazık ki bir anlam ifade etmiyor. Kültürel olarak da değer görmesi gerekiyor. Ne yazık ki dünyanın çok azı bilime hak ettiği değeri veriyor. Değer kazanması için, dünyanın geri kalanına bilimin insanlığa katkısını göstermemiz, buluşların üstündeki siyasi sansürü kaldırmamız gerekiyor.
Böyle diyorum ama beni de çok özgürlükçü sanmayın. Bende petrole sansür koymak istiyorum. Petrol dediğiniz atalarımızın fosilleri. Ve biz atalarımızın fosillerinden enerji elde etmek için büyük savaşlara giriyor ve bir parcasi oldugumuz dogayi kendimizle birlikte zehirliyoruz. Gelecekte tarihin bizi nasıl yazacağını bir düşünsenize. Atalarının fosilleri için savaşan insanlar çağı !
Oysa bilim bize alternatif enerji yollarını da gösteriyor. Anlayana sivrisinek saz diyelim..
Yine de, iyimser olmak pek çok nedenimiz var. Ve gözlerimizi çok iyi modellere çevirebiliriz. Örneğin Güney Kore’nin geldiği nokta beni oldukça heyecanlandırıyor.
Türkiye ve Kore kalkınmaya hemen hemen aynı dönemde başladılar. O dönemden bugünlere 60 yıl geçti. İki ülkenin gelişme hızları, farklılıklarla ilerledi. Başlangıçta Türkiye’den üç kat daha yoksul ve ağır bir iç savaştan henüz çıkmış olan Güney Kore, bugün dünyanın saygın ülkelerinden. Oysa aynı Kore tam dört kez askeri darbelerle sarsıldı. Pek çok insan hayatını kaybetti, cezaevlerinde yıllarını harcadı.
Bizde ulusal bölünme fobisi vardır. Oysa onlar çok pahalı bir bedelle başından bölünmüşlerdi.
Bütün bu acıları çekmiş Güney Kore, bugün liberal bir ülke olarak bilim ve sanayi devi olma yolunda hızla ilerliyor.
1954 itibarıyla kişi başına düşen milli gelir Kore’de 75 dolar, Türkiye’de 245 dolardı.
2010 itibarıyla Kişi başına düşen milli gelir Kore’de 20,000 dolar, Türkiye 9,000 dolardır.
Kore dünyanın buluş kapasitesine sahip 11. ülkesi, araştırmalara en yüksek pay ayıran 10. ülkesi.
Kişi başına ARGE Kore’de 214 dolar, Türkiye’de 17,5 dolar.
Aramızdaki bu fark hangi farklı politikalar sonucu oluştu?
Bölünmüş Kuzey parçası, yoksulluk içinde yaşarken Güney bu refah seviyesini hangi politikalarla yakaladı?
Bu soruların cevabını siz bulabilirsiniz.
Bilim bizi, hızla artan nüfus ve hızla eksilen gıda, enerji ve su yoksulluğunun bir araya gelmesiyle yüzleşeceğimiz büyük bir küresel kriz konusunda uyarıyor.
2030 yılına kadar gıda ve enerji talebinin yüzde 50, kullanılabilir su talebinin yüzde 30 artacağı, dünya nüfusunun da 8,5 milyarı bulacağı öngörülüyor.
Yani kaynakları tükenen doğaya karşı bir balon gibi şişen insan nüfusu ve doğanın tahrip edilmesi sizin kuşağınıza bizden en korkunç mirastır.
Bu arada ben de sizin gibi bu mirasın suçlusu değil, sadece kurbanıyım. Bana da benden önceki kuşaktan devredildi.
O halde sevgili Türkiyemiz ve tüm insanlık sizden bu sorunlar için köklü buluşlar bekliyor.
Dedeleriniz, Anneanneleriniz “başımıza icat çıkarma” derse sakın dinlemeyin.
Önünüze bir engel çıkarsa sakın umutsuzluğa kapılmayın.
Engelin çevresinden dolaşırsanız yeni bir yol bulacağınızdan eminim.
Mutlaka önünüze bir hedef koymalısınız. İnanın, ulaşamazsanız bile çok yakınına düşersiniz.
Bitirme derecelerinizi sormadan,
Öyle ya da böyle mezun olduğunuz için,
Hepinizi yürekten kutluyorum.
Hanımefendiler ve Beyefendiler, Eğlence bitti.
Yetişkinliğin sevimsiz dünyasına Hoş Geldiniz.
Bu salondan insanlığa katkı sunmuş ve sunacak bütün bilim dünyasına yürekten saygılarımı sunarak ayrılmak istiyorum.