Ben de bütün ülkem gibi ağladım, diye hafiflemeyi hak etmiyorum. Canım yandığı için vicdanımı arıttığımı düşünemem bile.
Milletvekili olarak başım dik yürüyemem artık. İnsan olarak kaldırsam da başımı… Çıldırmışça yağmalayarak malı, mülkü, toprağı, ağacı; sonsuz ve sınırsız paraya feda ederek insanı, hâlâ sokaklarda gaz sıkanlarla aynı koltukları paylaştığım için hep kambur olacak sırtım…
Milletvekili olsan kaç yazar?
Bunu ilk kez, penceresi olmayan evde donarak ölen Ayaz Bebeğin cenazesinde düşünmüştüm. Benim vekili olduğum ülkede, bir çocuk donarak ölmüştü. Duyduğum utancı ancak kelimeler teselli eder diyerek, kendime ceza vermek için, boş deftere defalarca “Milletvekili olsan kaç yazar?” diye yazmıştım.
Penceresiz bir evde bebek ölürken, AKAPE ultra lüks uçaklar satın alabiliyorsa, zaten hasarlı olan vicdanda ağır bir kara delik daha açıyorlar diye düşünmüştüm… Sefahatten gözleri dönüp, gökyüzünün lüksünde aşağıdaki sefaleti göremiyorlarsa iş çığrından çıkmıştı… Nerede sefahat varsa, sefalet de oradadır.
Bunu hak edemezsiniz, demiştim. Ve sormuştum o zaman. Asla cevap alamadığımız yüzlerce sorudan biri olarak: Taşeronun taşeronu olur mu? Olursa, işçilikten köleliğe “çağ atlamış” olmuyor muyuz?
Aradan zaman geçti… Sedyeyi çizmelerinden koruyan hüzünlü ahlak yüreğimde bir oyuk açtı…
Simsiyah yüzüyle arkaya dönüp, “Beni bırakın, Mahmut’u kurtarın, onun eşi hamile” diyen o muhteşem vicdan karşısında mahcup, başımı eğdim. Yerin dibine kadar eğildim.
Nasıl olur da, başbakan olmak, bakan olmak, milletvekili olmak, 787 madencinin hayatından daha değerli olabilir? Bunları, hâlâ konuşabiliyor olan arsızları; yüzlerinde en küçük bir utanma kızartısı olmadan; iş kazalarına alışkanlıktan, madenin fıtratından, algıdan, sabotajdan söz edebilme küstahlığına; canından can kopmuşa tekme atabilme zalimliğine hangi sefahat zirvesi taşımış olabilir?
Nasıl bilemeyiz? Kaç kişi vardiyadaydı, kaç kişi toprağın altındaydı? Rakamlara bu kadar düşkünsek, sayı olmayan insan sayılarına bu meraksızlık nasıl mümkün olur?
Kaç ölü çıktığını bildiğin halde, “propagandamıza halel gelmesin” diye alıştıra alıştıra söylemek sayıları… Bir düşün, ya senin oğlun, senin kardeşin, senin baban olsaydı yerin altındaki!.. Sadece düşün! Bu bile bana yetecek…
“Felaketten yağ çıkarmak” nasıl bir vahşetin ahlakıdır? Tarifsiz kederlerden komplo teorisi çıkarmak nasıl bir şizofrenidir? Yeraltı gazından zehirlenerek ölenleri soranları, gazla zehirlemek nasıl bir istibdattır? Öleni değil, kâr edeni masum gösteren haber bombardımanını yazan parmakların ucundaki nasıl bir duygu çöküntüsüdür? Bir çocuk kadar şaşkın merak ederim.
“Huzuru sağlamak” için; yerin üstünde tamamen umutsuz bir umutla, oğlumuzu, eşimizi, kardeşimizi, arkadaşımızı beklerken yine bizi tekmeyle, copla, gazla hırpalamak nasıl mesut bir huzur veriyor?
Yemin ederim hepinize; bilsem kader demek bir sonraki felâketi önleyecek, her gün zikir çeker gibi tespihe dizerim tevekkülü. Ama 57 İslam ülkesinin tevekkülü ile bilimin sunduğu çare arasındaki büyük uçuruma bakıp, felaketleri önlemediğini biliyorum…
Bu felakette yan yana değiliz, iki karşı uçtayız! Aramızdaki fark, tekmeci Yusuf’la, Mahmut’a yaşama sırasını veren madenci arasındaki fark kadar büyüktür.
Siz “Aman oylarımız zarar görmesin, aman iktidarımıza zarar gelmesin” takıntısıyla her kederden hesap çıkarırken, biz acaba neden yaşam odası yoktu, acaba yerin altında pahalı olduğu için eksik bırakılan neydi, diye düşünüyoruz.
Siz AB ile uyumda; denetimden, iş ve işçi güvenliği mecburiyetlerinden kaçmak için, ‘Sosyal Politikalar ve İstihdam’ faslını açmazken; biz Uluslararası Çalışma Örgütü’nün “Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi”ni neden 19 yıldır imzalamadığımızı merak ediyoruz.
Çağ atlattığını iddia ettiğin ülkenin felâketine, eski çağlardan karşılaştırma yapmak hangi çürük bilginin kokusudur? İktidar olduğun 4380 günde, her gün üç işçi iş kazasında ölmüş, bir gün arayla bir maden işçisi ölmüş, sekiz yüz bin iş kazası olmuş, on beş bin kişi sakat kalmış. Bunu değiştirmek için hiçbir kültürel kampanya yapmamışız. Göstermelik kanunlarla değil, ancak kültürel dönüşümle başarılabilecek iş güvenliği değerini yerleştirmemişiz.
Ne siz başbakan, ne bakanlarınız bakan, ne ben milletvekili olmayı hak etmiyoruz, birlikte etmiyoruz… Zerrece etmiyoruz…
Artık nasıl güvenilir olabiliriz? Devletin muazzam örtülü bütçesiyle, küresel İslam hareketinin lobisiyle, MİT, polis ve ordunun kendi vatandaşını fişleyen karşı konulmaz istihbarat gücüyle, tekmesiyle, gazıyla, AKAPE’nin her türlü oyu kontrol edebilme, değiştirebilme yeteneğiyle; yüzde doksan dokuzu hâlâ inandırsak da; biz kendimize nasıl inanacağız bundan böyle?..
Gelin birlikte utanalım ve birlikte istifa edelim. Belki bu toplumun kaderini değiştiririz aradan çekilirsek…
Hele, Başbakanlık Müşaviri Yusuf acılı insanı tekmelerken; Mahmut’un hamile eşi için yaşama sırasını Mahmut’a vererek bize haysiyetin mükemmelliğini öğretenler hemen yanı başımızdayken…
Şafak Pavey
http://t24.com.tr/yazarlar/safak-pavey/basbakan-ve-vekilleri-gelin-hep-birlikte-istifa-edelim,9278