19.05.2014 Şafak Pavey Soma’yı Diken’e anlattı DİKEN BERİL KÖSEOĞLU (berilkoseoglu@diken.com.tr)
Türkiye tarihinin en büyük maden faciasına sahne olan Soma’dan ‘ihmal‘ çığlıkları yükselirken, muhalefet partilerinden vekiller de kayıp veren ailelere destek olmak ve iddiaları araştırmak için ilçeye geldi.
O vekillerden biri, CHP’li Şafak Pavey, özellikle dikkat çekti. Pavey, 15 Mayıs’ta T24 için kaleme aldığı makalede, “Başbakan ve vekiller gelin hep birlikte istifa edelim” çağrısı yaptı; ertesi gün de soluğu Soma’da aldı.
İlçedeki mateme hâlâ eşlik eden kaosun ve ‘TOMA’lıların yarattığı gerilimin ortasında Pavey’le sözleştiğimiz gibi yüz yüze görüşemedik. Fakat e-posta yoluyla yaptığımız söyleşide AKP’lilere istifa çağrısını yineledi; “İçlerinden biri bile istifa etmek saygınlığını gösterirse hemen istifa edeceğim” dedi. Pavey, madenci ailelerinin o meşum ‘fıtrat‘ açıklamasına niçin özellikle öfkelendiğini anlattı; arama kurtarma çalışmaları sırasında AKP’lilerle CHP heyeti arasında yaşanan gerilimin ayrıntılarını da ilk kez açıkladı.
Pavey’in DİKEN’e e-posta yoluyla aktardığı izlenimleri şöyle:
‘Sonuna kadar sözümün arkasındayım’
İstifada şöyle bir yanlış anlama doğdu. Ben CHP’ye ya da muhalefetteki diğer partilere değil, AKP’lilere istifa çağrısı yapmıştım. İçlerinden biri bile istifa etmek saygınlığını gösterirse hemen istifa edeceğim. Sonuna kadar sözümün arkasındayım. Hele hele; ‘Aklı olan kurtuldu’ diyen, ‘Tekme atan rapor aldı’ diyen filan da istifa edeceklerini açıklarsa, onlarla aynı anda istifa ederim. Ben istifa kavramını, bir türlü akıllarına gelmiyor, model olayım diye sundum.
Kamerasız olunca ‘saraylı’ sanıyorlar
Şafak Pavey, Soma’daki az sayıda fotoğraflarından birini, hukuksuz biçimde gözaltına alınan ÇHD’li avukatların adli kontrol için hastaneye götürüldüğü otobüste verdi. (Fotoğraf: @aysegulersoy)Yanına kamera almayınca, Soma’da değilsin de, Dolmabahçe Sarayı’nda Boğaz’a karşı çayını yudumluyorsun sanıyorlar. Ahlaki görgüye çok değer verilen bir yerde büyüdüğümden, Soma için çabalarımızı anlatmak mecburiyetinde kalmaktan utanıyorum. Kendi aramızda sadece daha ne yapabiliriz, niye her şeye yetişemiyoruz diye çırpınırken, “CHP Soma’da yok” diyen bir ses kulağımızı tırmalıyor.
Hasan Ören’den Sakine Öz’e, Sena Kaleli’den Candan Yüceer’e hepimiz bu felaketin bir ucundan tutmaya çabalamışız. Elbette nefesimizin yetmediği yer de olmuştur… Elbette insanlık görevimizi yaparken övgü bekleyecek halimiz yok ama gerçek olmayan suçlamalar da kalbimizi incitiyor. Vatandaş tekmelerken kravatı bozulan Başbakan Müşaviri Yusuf Yerkel’in etrafında tavaf edip, dağ köylerinde gözyaşı seline kapılanlara, ‘Her yere yetişemiyorlar‘ demek, orantısız eleştiri bence…
‘Hayvancılığı ve tarımı öldürdüler’
Kardeş kuzen, baba oğul, amca yeğen, yüzlerce cenaze aynı anda toprağa verildi… Derdimiz onları yeniden acıtmadan, hassas bir saygıyla gözyaşlarını silmek…
Gazeteci arkadaşlar bize eşlik etmek istediler, zarifçe kabul etmedik. Kınık’tan Savaştepe’ye bölüşmüşüz evleri, dolaşıyoruz. Elmadere’nin uzun dönemeçli çam ağaçlarıyla kuşatılmış yolundan 11 evladını kaybetmiş köye giriyorum. Bize yol gösteren Musa eliyle yamaçtaki yemyeşil ormanı gösteriyor; “Burayı aldılar, maden açacaklar. Biz de köyden göç edeceğiz, tozu zehiri, mümkün değil artık burada yaşamak.”
Ona soramıyorum, “Zaten 11 evladınızı madende kaybetmediniz mi?” Sormuşum gibi cevaplıyor: “Hayvancılığı, tarımı öldürüp, çam ormanlarımızı madenlere yâr ettiler.”
‘Bir baba iki oğluna hâlâ yemek pişiriyor’
Bir evde iki oğul defnedilmiş, baba ağır travma altında. Hâlâ yaşıyor sanıp, hâlâ yemek pişiriyor onlara.. Eşi, Türkmen başlıklı teyze bana sarılıyor, “Kameraylan geldiler, kovdum. Biz yanıyoruz , akbabalar tiyatro derdinde…”
50 metre aşağıda, aynı evden üç genç toprağın altında şimdi… Üç kuzen… Üstelik kuzenleri kurtaran da başka kuzenler. Karşıyaka Belediyesi köye sağlık ve aş çadırı kurmuş. Köyün yarasına merhem olmaya çalışıyor, mavi gözlü kederli doktorumuz.
‘Gelen gider, yasımız aha burada kalır’
Kınık girişinde, tek başına bir eve gidiyoruz, yanımızdan bir otobüs geçiyor. CHP İzmir İl Örgütü otobüsünde genç kızlar öğrenciler hüzünle selamlıyorlar bizi. Çocuk listesi hazırlıyorlarmış, bursları adil dağıtmak, tek bir çocuğu atlamamak için…
Evin annesine, “Acınızı paylaşmak için ne söyleyeceğimi bilmiyorum” diyorum. Tülbendini gözümdeki damlaya sürüyor,”Bizim acımız ağır, paylaşılmaz. Gelen gider, bizim yasımız aha burada kalır” diye kalbini yumrukluyor. Tam ayrılacağım, “Dur gitme,” diyor. “Kardeşi de seni görsün. Yıkıldı belki bir soluk alır, seninle…”
Şirket avukatları bazılarından imza almış
Hükümetten kimse gelmemiş köye, şirketin avukatlarından başka. Onlar da bazılarından anlaşılmayan imzalar almışlar. Şimdi de yanlış bir şey imzalamış olmaktan korkanlar var.
‘Fıtratımızda hayvancılık vardı’
Bazı anneler ve eşler madencinin fıtratındaki ölüm fikrine ölümüne içerlemiş. Bazıları “Madem fıtrat bu, o zaman neden dağlardaki ormanları kel tavuk gibi yolup, maden açtılar, hayvancılığımızı öldürdüler?” diye öfkeleniyorlar.
Onları yatıştırmaya çalışıyorum. Öfke, matemlerini köpürtür diye kaygılanıyorum. Erkekler sessiz, hiç yorum yapmıyorlar. Belli ki madende çalışmak zorunda olmaktan başları eğik…
Bir evden iki oğul vermişler toprağa. Kapı kalabalık. Sıramı beklerken, minicik bir oğlan çocuğu beliriyor yanımda. 40 yaşında adam gibi, kaşları çatık, bakışı ağır.. “Bu CHP vekili nine” diyor. Yaşlı kadın iki büklüm çıkıyor, ellerime sarılıyor. Ben boşluğa bakıyorum. Ne önemi var neyin vekili olduğunun… Boğazım düğümleniyor.
Sayılar çok büyük oranda doğru görünüyor
Madenden çıkarılan işçilere dair açıklanan sayının belki küçük hatalarla doğru olduğunu düşünüyorum. Cenazesini bekleyenlere bakınca buna inanıyorum. Ancak şeffaflık olmayınca komplo virüs gibi yayılır. Burada da böyle oldu. Daha ilk günden madende kim kaldı, kim çıktı, açıklanamayınca ve cenazeleri iletişim teknikleriyle süsleyince, loş vakitlerde şüpheler yayıldı.
İletişim algısı ruh haline vakit bırakmadı
Felaketin iletişim algısıyla daha çok meşgul oldukları için, felakete uğramışların ruh halini görmeye vakitleri olmadı. Komplo teorilerinin ayyuka çıkmasının nedeni kendi politikalarıdır. Hükümet olan bitenden hırpalanmasın diye çırpınırken, bu keşmekeşin altında kalan enkazdan toplumsal şüphe çıkacağını hesaplayamadılar.
Listeler için CHP bastırdı
AKP madeni konforlu kartal yuvasından takip ediyor, biz kurtarma kapısından… Aykut Erdoğdu, Özgür Özel ve ben, madenden kartal yuvasına tırmanıp, Taner Yıldız’ın kapısında üç saat bekleyip listeler için yalvarmaya gidiyoruz. Bunu yapmasaydık açıklanmış olur muydu, emin değilim. Soma ilçe binamızda, Yakup Akkaya başkanlığında Kayıp Bürosu kuruldu. Bütün ailelerin cenazelerini almalarını takip ettik…
Keder de safahat gibi zirveye vurmalı
Aykut, adeta madenden kurtarılmış gibi… Günlerce eve barka girmeyince… Uykusuzluktan Özgür’ün gözleri morarmış. Onca insan kaybetmişiz. Elbette uyumayacaksın, bunda tuhaf bir şey yok. Üst üste aynı gömleği giymekte de bir beis yok. Eğer safahat zirveye vurmuşsa, keder de dibe vurmalı… Tuhaflık, bunları yapanı eşsiz insan ilan eden dalkavukta…
‘Kartal yuvası’nda AKP’lilerle CHP’liler arasında ne yaşandı?
Bakanın odasında bizi taciz eden AKP vekilleri az önce bakımdan çıkmış gibi… Aykut ayıplıyor onları; “Cenazeleri kavun depolarına yığdınız. Yazık değil mi?” Vekil Uğur Aydemir bağırıyor: “Kavun deme kavun deme, soğuk hava deposu deee!”
“Soma’da bu kedere TOMA suyu, gaz sıkılmasın, acılı insanlar hırpalanmasın” diye rica ediyoruz. AKP’li vekil sanki yapılanlar doğalmış gibi, “Somalı değil onlar, yabancı” diyor. Aykut, “Yahu biz vekil olarak güçlükle giriyoruz. Soma’ya yabancı girmesi mümkün mü? Geçişler polis iznine bağlı. Madende çalışanın ailesi Balıkesir’den, İzmir’den, Zonguldak’tan geliyor, nasıl yabancı sayarsınız?”
Bakan Yardımcısı’ndan azar: Ne utancı!
Elbette bize verdikleri sözü asla tutmuyorlar… “Bu büyük bir utanç bir utanç tablosu, hepimiz bir parçasıyız” diyorum, kurtulan, kaybolan, vefat eden isimleri isterken… Bakan Yardımcısı Agâh Kafkas, “Utanç değil, ne utancı!” diye azarlıyor. Sanki hiç alakamız yok yanı başımızdaki dev mezarlıkla! Ne de olsa imaj korunması ölüye saygıdan çok öncelikli..
Madeni de enkaz gibi yönettilerse…
Daha ilk günden itibaren yaşadığımız keşmekeşe bakınca, o madenin işçi güvenliğini sağlamasının zaten imkânsız olduğu anlaşılıyor. Enkazın yönetilmesi, madenin nasıl yönetildiğine dair bütün ipuçlarını veriyor.
Papa Francis, “Zenginlerin bardağı dolduğunda fakirlere akacaktı ama bunun yerine bardak dolduğunda sihirli bir şekilde büyüyor ve fakirlere hiçbir şey düşmüyor” demişti. Maden kazasının nedeni tam olarak bu sözde kastedilen açgözlülüktür.
Şirketin iletişimcisi Sema Demiral gazetecilerden özür dilemeli
Ben maden sahibinin bu kazanın yaşanmamasını hepimizden çok dilemiş olduğuna eminim. Ama vahşi bir kâr hırsının, insan hayatına dair mecburiyetleri unutturduğunu düşünüyorum.
Sema DemirelMaden şirketinin iletişimcisindeki şımarık kibre bakınca tehdidin, bu krizin doğal bir parçası olduğunu hemen anlıyorsunuz. İletişimci Sema Demirel hâlâ özür dilemedi. O gazeteciler ki, günlerce uykusuz kaldılar, o travmayı ağır biçimde izleyip, yüreklerinde yaşadılar. Çamur, toz ve gaz kuşatmasında imkânsızlıklar içinde en yüksek seviyede dikkatle mesleklerini yaptılar. İnsan bu terbiyesizliği anlamakta zorlanıyor.
AKP bazı maden çalışanlarının midesini bulandırmış
Görüştüğümüz vicdan sahibi teknik elemanlar ve mühendisler bize çok üzüntü verici detaylar anlattılar. Bazıları yandaşlığın haysiyetsiz saldırganlığından ve AKP’nin topyekûn pembe algıya oynamasından mideleri bulanıp, sessizliğe gömülmüşler. Bazıları da ‘Madenlerde Çalışamayacaklar Kara Listesi‘ne konulmaktan çekiniyorlar.
Dinlediklerimizi rapor haline getirdik. Teknik ve hukuki çalışmada paylaşacağız. Şimdi en büyük önceliğimiz ‘taşeronun taşeronu’ sistemine karşı yurt çapında çalışmak; bütün işyerlerinin Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) standartlarına uygun hale gelmesi için karşımızdaki muazzam bariyeri aşıp geçmemiz gerekiyor.
Ortak ahlak ve şefkatin bu kadar çöktüğü bir dönem var mı?
Felakette insanın boğazına yumruk düğümleniyor. Kara propaganda hileleri sırtına yumruk gibi inince bu kez boğazındaki düğümler dışarı fırlıyor. Ben ortak ahlakın, ortak şefkatin bu kadar çöktüğü bir dönem görmedim.
Gece geç saatte Soma’dan dönüyoruz. Edremit havaalanında genç bir çocuk soruyor. “Madendekiler, gerçekten o kadar az para mı alıyorlardı?” Bende cevap verecek mecal yok. Bizden biri, “Evet” diyor, “Böyle sefalet yok, içler acısı; böyle acıya dayanacak kalp kalmadı.”
Keder, ‘kronik mağdur’un kalbine değmemiş
Birden yanıbaşımızda kelli felli göbekli rugan sivri burunlu ayakkabılarıyla bir adam beliriyor. Sözcükleriyle kıyafeti arasında bir ‘sonradan görme çamuru‘ akıyor üstünden. Toz toprak içindeyiz. ‘Elit CHP’li vekil‘le ‘kronik mağdur AKP’li halk adamı’ arasındaki farka bakıp gülümseyeceğim kederli olmasam… Bize dövecek gibi bağırıyor. “Depremde 30 bin öldü, 20 bin dediler, burada 400 ölmüşse ne olmuş.”
Hayretle baktık ona. Ölü sayısı ya da komplo üstüne konuşmuyorduk. Madenci ücretiyle çağdaş kölelik, taşeronluktan söz ediliyordu. Kelli felli halk adamı kendi kendine konuyu değiştirmişti. Her konuda fikir sahibiydi, bizi hayli payladı ama kalbine Soma’nın kederi zerre değememişti.
Sonradan öğrendik ki, oraların müteahhidiymiş. Beton tarafından bakınca Soma’nın patlaması görünmüyor olmalı. Öğrenci bir genç kız sordu; “O az önceki insan mıydı?”