Parklarımıza attığınız gazların zehri temizlenmeden; ömürlerini adadıkları sularına, doğalarına sarılan Tortumlu Leyla’yı, Şimşirlili Havva Ana’yı, ağaçlarını koruyan Amasyalı gençleri dövdünüz. Masum ve cesur Anadolu insanına uyguladığınız resmi şiddeti kınarken; bu uyarı mektubunu bu ülkeye kıyamayanlardan biri olarak yazıyorum. İçinde en küçük bir siyasi fırsatçılık, zerre kadar çatışma duygusu yok. Büyük kaygı var..
1-Geçen yıl, ülkemizin doğa ihtilaflı 92 noktasını gösteren bir sivil toplum haritası sunarak dikkatinizi çekmeye çalıştık. Başaramamış olmalıyız ki; sorunlu alanlarımız bu yıl 167 noktaya yükseldi ( www.direncevre.org ). Doğamız hiçbir dönemde bu kadar tehdit edilmedi. Doğanın canı yanıyor ama dili olmadığı için ancak felaketlerle uyarıyor. Her felaketi bir şekilde atlattığımızı düşünüp, hatalarımızı gelecekte telafi etmeyi ummak, ölümcül bir yanlıştır.
2-Doğal kaynaklara olan talebimiz, dünyanın sağlayabileceği miktarı üçte bir aşıyor. Dünya nüfusunun yüzde 75’i tüketim oranlarının, doğanın kendini yenileme hızını aştığı ülkelerde yaşıyor. Bu oran Türkiye’de kırmızı alarm veriyor. Susuzluk, kuraklık, sel gibi doğa felaketlerinin artık sınırları yok. İçinde bulunduğumuz zamanın ihtiyaçlarını mirasyedi mantığı ile karşılarken, aynı ömür içinde buluşan genç kuşağın, var olma şansına zarar veren bir büyüme biçimini seçtiniz. Oysa tarım, balıkçılık ve turizm gibi sektörlerle de hem ekosistemi koruyup hem ekonomik kalkınma sağlayan yıldız ülkeler gözümüzün önünde duruyor.
3- UNEP’in verilerine göre Türkiye, Avrupa’da çölleşmenin başlayacağı ilk ülkelerden biri. Türkiye’de son 20 yılda kişi başına düşen yıllık su miktarı 4000 metreküpten, 1519 metreküpe inmiş. Sulak alanlarımız yarı yarıya azaldı. Bu haliyle “su sıkıntılı ülkeler ” ligindeyiz. 2030 yılında ise su kıtlığı olan ülkeler arasına gireceğiz.
2008 yılında yaşanan kuraklıkta tam yarım milyon çiftçi etkilendi. Maliyeti 2 milyar Euro.. Sulama alanlarımızın yüzde 94’ü konvansiyonel yöntemle sulanıyor. Bu yüzde 50 kayıp demek. Devletin hala anlaşılır bir tarım/sulama politikası yok. Hala derelerimizi kurutuyor. Ülkemiz hoyratça büyüyor. Gıda ve enerji üretimini belirleyen su kaynakları bu hoyratlıktan mağdur oluyor. Tek bir insan ömrü içinde balık türlerimizin yarısını kaybettik. Yiyecek fiyatlarında hızla katlanan artış önümüzde. Su sıkıntısı köylümüzün ekmeğini tehdit ediyor.
4- Yenilenebilir Enerji potansiyelimiz Almanya’dan fazla. Ancak Almanya’nın yenilenebilir enerjiden ürettiği elektrik, Türkiye’nin ürettiği toplam elektrikten daha fazla. Bizdeki oran yüzde 5, Almanya’da yenilenebilir enerji kullanım oranı yüzde 25,8… HES politikalarının ve kötü su yönetiminin yanı sıra, iklimimizdeki değişik sebebiyle 2080 yılına kadar yağışta ciddi bir azalma, sıcaklıkta da ciddi bir artış bekleniyor. Bu öngörü mevcut kötü politikalarla birleştirince 2023 oldukça kurak bir yıl olacak. Derhal HES’lerden vazgeçmek, su kaynaklarını korumak, geri dönüşümlü olarak değerlendirmek zorundayız.
5- Dünya Çevre Gününü ne yazık ki Soma felaketinin gölgesinde anıyoruz. Tarımdan maden sahalarına çevrilen alanlardan elde edilmesi planlanan 11.5 milyar ton kömür ve 80’den fazla kömürlü termik santral planı var. Bundan vazgeçmek zorundayız. Enerji Bakanlığı’nın kömür politikası, yüksek ve hızlı kâr hedefi; denetim ve güvenlik maliyetlerinin azaltılması, bizi maden felaketleri sıralamasında dünya birincisi yaptı. Tarım arazilerinde madencilik yapmak için bakanlıktan “kamu yararı” onayı almak yetiyor. Madencilik yapılan arazilerin uğradığı ciddi tahribat sonucu, bir daha o bölgelerde tarım yapılması mümkün olmuyor. Antalya’daki maden ocaklarının yüzde 90’ı ÇED istenmemiş alanlar…
Kırsaldaki insanlarımızı yeraltında taşeron olarak çalışmaya mahkûm etmek yerine, bereketiyle başka kıtaları besleyebilecek çiftçilik politikalarına geçersek, hem yoksullukla mücadele eder, hem de insan hayatını korumuş oluruz.
6- Nükleer Enerji konusu Fukushima Faciası’ndan sonra Avrupa için neredeyse kapandı. Dünya’da nükleer enerji kullanım oranı 30 yıl öncesine gerilemiş. Almanya tesisleri tamamen kapatmayı planlıyor. Akkuyu Nükleer Santrali’nde ise atık yönetim planı bile yok.
Nükleerin felaket getireceği aşikâr, bu nedenle yenilenebilir enerjiyi yeniden hatırlatmamız gerekiyor. Greenpeace’in Avrupa Birliği Yenilenebilir Enerji Konseyi ve Dünya Rüzgâr Enerjisi Konseyi ile birlikte hazırladığı Enerji [D]evrimi raporu, Türkiye’nin 2040’a kadar elektrik ihtiyacının %85’ini, kömür gibi kirli ve pahalı bir enerji yerine yenilenebilir enerjilerden karşılayabileceğini açıklıyor. En önemli kaynağımız da güneşimiz. Güneşin üzerinde parladığı ülkemizde onun enerjisinden her hanenin faydalanabilmesini sağlamak mümkün..
7- İnşaat sektöründe 2000 yılından beri tercih edilen hazır beton kullanımı, betonlaşmanın dehşetli hacmini temsil ediyor..Türkiye’de 1988 yılında 1,5 milyon metreküp hazır beton üretiliyordu. 2011 yılında bu miktar 90 milyon metreküpe çıktı. Yani 60 kat arttı. TOKİ başta olmak üzere kötü inşaat yatırımlarının doğamızı 60 kat daha hızlı tahrip ettiğini görüyoruz. Avrupa’da, bu kullanımla bize yaklaşabilecek ülke yok. Almanya, 2011’de 42 milyon metreküp üretmiş. Rusya ise 70 milyon. Kimileri betondan servetler kazanıyor olabilirler ama doğası yok olmuş bir ülkede o servetin sefasını sürmek mümkün olmayacak.
8- Hava kirliliği görünmez bir katil. İnsanları fark etmeden öldürüyor. Sağlığa etkisi kadar, fazla nitrojen kirliliği ve asit yağmurları yoluyla doğaya da büyük zarar veriyor.
2011 verilerine göre dünyanın en kirli havaya sahip 50 şehrinin içinde Türkiye’den 7 şehir var; Iğdır, Batman, Afyon, Osmaniye, Siirt, Gaziantep, Isparta. Kaz Dağları sahip olduğu özelliklerinden ötürü “Oksijen Deposu” olarak adlandırılır. Hava kirliliği bu kadar ölümcülken, Kaz Dağlarının oksijenini baraj inşaası, madencilik faaliyetleri ve HES’le nasıl tehdit edebilirsiniz? Hava kirliliğini 2030 yılına kadar şimdikine oranla %20 oranında azaltmayı hedefleyen AB tedbirleri mevzuatını uygulamaya sokmaya mecburuz.
9-İklim ısındıkça karbondioksiti emme özelliği olan bitkiler, özelliklerini yitirip sera etkisine yol açan gazları üretmeye başlayacaklar. Sıcak hava nedeniyle, organik çürüme artacak ve bugüne dek sadece insanların ürettiği karbon emisyonlarına bitkilerin ürettikleri de eklenecek. Bilimin tahminleri doğru çıktığı takdirde; kuraklık, kuraklığın etkisiyle orman yangınları, seller, bizi tehlikeli boyutlarda tehdit edecek. Türkiye 2011 DOHA, 2012 DURBAN ve 2013 VARŞOVA İklim Zirveleri’nde “Günün Fosili” seçildi. Çünkü sera gazı azaltım hedefimiz ve iklim değişikliği öngörümüz yok. İlgili Bakan zirveye gitmedi. 47 Milyar 523 milyon liralık yatırım bütçemizde; iklim değişikliğiyle mücadeleye sadece 4 kalem ayrılmış. 4 milyon 94 bin liralık bütçe, bölünmüş yol yapmak için ayrılan bütçenin ancak 28’de biri.
10- Doğa; ülkemizde de insan yaşamının sürdürülebilirliğini sınıyor. Doğamızdaki tahribat, Soma’da gördüğümüz gibi yoksulluğu katlıyor. Doğayı tahrip etmeye aynı hızda devam edersek, kişi başına gelir 2050 yılına kadar yüzde 7 azalacak. Hükümetin ekonomik başarısı ölçülürken gayri safi ulusal gelirle birlikte ekonomik sürdürülebilirlik dikkate alındığında; gerçek durumu daha doğru anlama ve ona göre plan yapma şansı elde edebiliriz. Yaşanabilir bir gelecek için, kendi aramızda, gelecek kuşaklarla ve doğayla olan ilişkiyi değiştirmek, acilen doğaya saygılı politikaları uygulamaya başlamak zorundayız.
Doğa politikamızı yeniden gözden geçirmezsek 2023’lerde şu andaki ihtiyaçlarımızı karşılamak için bile; iki Türkiye’ye birden ihtiyaç duyacağız. Doğal sermayenin fütursuzca kullanılması, ülkemizin refahını tehlikeye atıyor; yiyecek, su ve enerji fiyatlarının aşırı yükselmesine yol açıyor. Limon fiyatları sadece geçen yıla oranla bu yıl dört kat arttı. Susam fiyatları ise altı kat. Aramızda yarattığınız büyük kutuplaşmaya rağmen bu ülke, doğamızın sunduğu bereket ortak servetimiz. Aynı özen ve dikkatle korumaya mecburuz.
Şafak Pavey