Ekim 15, 2013 by Hocam Gazetesi
(‘Hocam’ Bağımsız Öğrenci Gazetesi)
Şafak Pavey, tüm zarafetiyle ve gözlerinin içi gülerek karşılıyor bizi. Meclisteki odasında buluşuyoruz. Öyle ki öncesinde ajandasında yer bulabilmek için yoğun bir mail trafiğiyle sözleşebilmiştik. Bu tempoyu kendisi sohbet sırasında şöyle anlatıyor: “Annem geçen yıl hesaplamış, bir yıl içerisinden üç gece art arda aynı yatakta yatmamışım”. Ancak Şafak Hanım bu durumdan hiç de şikayetçi değil; CHP’nin dünyaya açılan yüzü olmanın küçük bir gereği gibi görerek durumu kabullenmiş.
Sayın Pavey, geçtiğimiz aylarda ülke genelinde yankı bulan ‘gezi parkı’ protestolarını CHP Doğa Hakları Genel Başkan Yrd. olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye büyük dönüşümlerle kendisini Ortadoğu’dan sıyırmaya çalışmış, modern hayatı kurmak ve güçlendirmek için büyük emek vermiş bir ülke. Bu emek sistemli bir çalışmayla ters yüz ediliyordu. Hükümetin, hayat tarzımızı değiştirmesine gönüllü bir çoğunluk olabilir ama bunu asla kabul etmeyecek bir azınlık olduğunu da gördük. Kaldı ki; çoğunluğun büyük kısmı, mirasyedi gibi hovardaca harcadıkları özgürlükleri kaybedince, başlarına ne geleceğinin farkında bile değiller. Onlara örnek gösterilen hayat yeterince cazip olsaydı, Ortadoğu’dan Modern ülkelere bu kadar büyük bir göç olmazdı. Gezi; “Bunun farkındayız ve kabul etmeyeceğiz” mesajıydı. Kültürel farklarımızdan ötürü, baskın çoğunluk tarafından uçurumdan aşağı itilmeye çalışılan her yaştan kuşağın direnişi olarak algılıyorum. Katılımcılar, çok ağır bir bedel ödediler ama var olduklarını hatırlattılar. Hükümet bundan sonra canının istediğini açıkça yapamayacak. Eskisi gibi son derece sinsi yöntemlerle, aşağıdan bizi Ortadoğulaştırmaya devam edebilir ama değiştirmeye çalıştıkça, daha fazla itirazla karşılaşacak. Çünkü toplumun bir yarısı da; şu anda geldiği modern hayatı kaybetmek istemeyecektir.
Tüm bu olayların ana eksenine ‘gezi parkındaki ağaçların kesilmesi’ oturtulmuştu. Siz ne düşünüyorsunuz? Ve bu kadar geniş çapta yayılan bir hareketin başlangıç noktasının ‘doğa ve ağaç’ olması ne ifade ediyor?
Kuşkusuz ağaç hala ana eksen. Elimizde son kalan doğa parçasından söz ediyoruz.
Sadece şu örnek bile bizi neyin beklediğini göstermeye yetecektir sanırım. Geçen yıldan bu yıla yiyecek fiyatları yüzde sekiz yüz oranında arttı. Dünya savaşları dışında geçmişte böyle bir örnek yok. Türkiye bunu hiç konuşmuyor. Gelecek dönemler, insanların, sadece yaşadıkları ulusal sınırlar çerçevesinde değil, kendilerini kuşatan gezegenimizle ilişkilerini yeniden düşünmek zorunda oldukları bir dönem olacak. Dünyayı geleceğin tehlikelerine göre algılamaya mecburuz. Gelecek bize nüfus artışı ve tükenen kaynaklar arasındaki büyük dengesizlikten ötürü, su ve yiyecek savaşlarının işaretlerini veriyor. Ulusumuzu korumanın tek yolu, bu tehlikeli gelecek için hazır olmamızdır. Türkiye geleceğe hiç hazır olmadığı gibi, ayrıca adeta intihar eder gibi tartışmalı inşaat projelerine aynen devam ediyor. Darbecileri tasfiye ediyoruz bahanesiyle, bir şekilde bugüne kadar korunmuş bütün askeri alanları inşaat planlarının içine aldılar. Mahkeme kararına rağmen Kartal Kadıköy sahil şeridini dolduruyorlar. 2 milyon insan bunun için sokağa döküldü ama hükümetin hırslı doğa düşmanı projeleri tam hız sürüyor. Üçüncü boğaz köprüsü, yeni havaalanı, Galata Port ve Haliç Yat Limanı ve Kompleksi, bunların tamamı karanlık geleceğimizin kilometre taşları.
Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, Gezi Direnişine büyük oranda ‘kadınlar ve gençler’ katılım sağladılar. Buna neden olarak siz neyi işaret edersiniz?
Önce şu söylenen sözlere bir bakalım:
“Tecavüze uğrayan da kürtaj yaptırmamalı” Ayhan Sefer Üstün (AKP milletvekili, İnsan Hakları Kom. Bşk);
“Kadın ahlaklı olsun, kürtaj yapmak zorunda kalmasın.” Melih Gökçek (Ankara Belediye Başkanı);
“Kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek” Mehmet Şimşek (Maliye Bakanı);
“Tecavüze uğrayan doğursun, gerekirse devlet bakar” Recep Akdağ (eski Sağlık Bakanı);
“Flört fahişeliktir” Cemil Çiçek (TBMM Başkanı)
Bütün bu sözler bizi yönetme gücüne sahip olanlara ait! Kadınların neden orada olduğunu açıklamaya yetiyor bence. Hamilelerin sokağa çıkmasının ahlaka ne kadar uygun ya da aykırı olduğundan söz ettik. Genç kızların şortları konumuzdu. Üniversitelerdeki karma yurtları ise uzun süredir hükümetimizin en ciddi sorunlarının başında geliyor. Özenli bir propaganda ile kamuoyuna karma yurtlarda kız ve erkek öğrencilerin aynı yatağı paylaştıkları algısı yerleştirildi. Ve yurtlar hızla ayrıştırıldı. Bundan doğan ulaşım ve diğer maliyetler gençlerin sırtına yüklendi.
Kadın ve erkeğin birbirine uzak tutulduğu toplumlarda; yoksulluğun, şiddetin ve kederin sonu gelmiyor. Türkiye büyük dönüşümlerle kendisini bu toplumlardan sıyırmaya çalışmış, kadınını, gençlerini güçlendirmek için çok çabalamış, bu çabalar buharlaştırılıyor. Durum, kimin neden Gezi’de olduğunu açıklamaya yetiyor bence.
Gezi Direnişini sadece yapılan araştırmalar ve elde edilen veriler üzerinden analiz edilebileceğini düşünüyor musunuz? Yoksa başka dinamiklerde bu hareketi besliyor mu?
Ben Gezi’de oldukça fakirleşmiş, bir şehri şehir yapan orta sınıfın, işlevlerini kaybetmesinin etkilerinin konuşulmadığını düşünenlerdenim. Orta sınıf motor gücünü kaybettiğinde, toplum yapısı erozyona uğruyor. Anne baba çalışan aileler çocuklarının eğitim parasını karşılayamıyorlar. İki ebeveynde çalıştığı halde ortalama refaha ulaşamıyorlar. Şehirli gibi yaşayamıyorlar. Sanırım bu durumda üstünde tartışmaya değer bir başka başlık…
Sayın Pavey, Gezi’den yeni bir politik hareket çıkar mı? Siz sosyal politikalardan sorumlu Gnl Bşk, Yrd. olarak nasıl bir değerlendirmede bulunursunuz?
Bana göre siyasetin açmazları ve sert gerçekleri siyasetçiyi popülizme taşıdı. İçinde bulunduğumuz yüzyıl siyasal düşüncenin değerini ve önemini azalttı. Politikacılar artık felsefi markaları olan düşünürler değiller. Tamamen icraatçılara dönüştüler. Geçmişin büyük değer kazanmış politikacılarının hiç biri, içinde bulunduğumuz zamanda seçilemezlerdi. Popülizmin baskın etkisi bu… Dolayısı ile bana göre, popülizme karşı zekâ, mizah ve felsefe ile direnmiş Gezi den politik hareket doğmaz ama çok güçlü bir sivil direniş hareketinin temel taşı olacağı kesin.
Yaklaşan yerel seçimlerde CHP gezi ruhuna ne kadar sadık kalacak? Ve sokaktaki bu dinamizminden Yerel Seçimlerde CHP’nin olumlu etkileneceğini düşünüyor musunuz?
Bu CHP’nin; hayatlarını kaybetmek, tutuklanmak, işten atılmak, gaz yemek, dayak yemek, yaralanmak, hırpalanmak, fişlenmek pahasına, Gezi meydanına gelmiş insanların hayat tarzını sadakatle savunduğuna ikna etmesine bağlı. Bunu doğru bir biçimde anlatmak için çok çabalıyoruz. Umarım başarırız.
Sayın Pavey, Birleşmiş Milletlerde uzun yıllar görev yapmış ve Orta Doğuyu tanıyan bilen biri olarak, son dönemde Mısır’da yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz? Ayrıca BM ve Avrupa hükumet tarafından olaylara karşı tepkisiz kalmakla suçlanıyor, buna ilişkin bir şey söylemek ister misiniz?
Suriyeli muhalif şair Adonis’in sözlerini hatırlatmak isterim. “Ben camide başlayan bir devrime katılamam. Bunun demokrasi ve özgürlükle hiçbir ilgisi yok. Kişisel inançları nedeniyle dini yaşayan insanlara büyük saygı duyarım. Ama din bizi bir kurum olarak yönetecekse, bu tiranlıktır. Askeri diktatörlük kafanı ve siyasal düşünceni kontrol eder. Bu yeterince kötü zaten. Ama dini diktatörlük, kafanı, kalbini, ruhunu ve bedenini, bütün hayatını kontrol eder. Hiç tereddütsüz her ikisi de demokrasi dışı.”
Hepimiz Mısır’ın yeni bir başlangıca hazırlandığına inanmıştık. Ama Müslüman Kardeşler, Mısır’ı daha İslamcı bir devlete dönüştürebileceği kanaatine kapıldı. Oysa Mısır’da özgür demokrasi içinde yaşamak isteyen insanlarda var. Üstelik onlar da Tahrir’de, Mübarek’e karşı direndiler. Ama Müslüman Kardeşler’in düşündüğü geleceği istemeyenler de vardı. Demokrasi, katılımcılık değil, çoğulculuk esasına göre işletilince toplumsal denge kurulamıyor. Mısır zaten dış yardımla yaşayan bir ülke, ekonomisi tamamen çökmüş durumda. En büyük gelir kaynağı turizm yok oldu. Müslüman Kardeşler, baskıyla sosyal hayatı şekillendirirken, ekonomiyi tamamen unuttu. Hepsi birleşince, Darbe felaketi çöktü yeniden. Sofi’nin seçimi gibi; ya askeri yönetim ya dini yönetim. Bütün Ortadoğu gibi; Mısır’da Cami ile kışla arasına sıkışmış perişan bir toplum. Dolayısı ile Mısır’ı izleyenlerin kafası çok karışık. Sanırım bu nedenle, uluslararası kurumlardan yeterince güçlü ses duyamıyoruz.