Aslında, kötümser bir açılış yapmak istemem ama konumuz kadın hakları olunca, toplumun profiline dikey bir neşter vurmadan konunun ciddiyetini anlayamayacağımıza inanıyorum.
Modern toplumlar kadın sorununu torunlarına bırakmadılar. Örneğin eğitimde; cinsiyetçi geçmişe baktığımızda çok yol alındığını görüyoruz. Cambridge, Oxford ya da Harvard gibi birinci lig üniversiteler kurulduklarında, büyük ölçüde “erkekler tarafından, erkekler için” tasarlanmıştı. Sorunları çözmek için, kültür değişikliği yapmak gerekiyordu. Gelenek dönüşümüyle gurur verici adımlar atıldı. Bugün bu üniversiteler erkek geçmişlerinden özür dileyip insanlık geleceğine uzandılar.
Agora filmini izleyeniniz oldu mu hiç? Sorunlarımızın 1500 yıl öncesinden bütün cevapları var.. Hypothia, İskenderiyeli kadın matematikçi… Dini bağnazlar tarafından parçalanarak öldürülüyor. Büyük kütüphane yağmalanıp yakılıyor. Çağdaşlığın dini bir propaganda ile nasıl yok edilebileceğini kadın üzerinden anlatan daha muazzam bir hayat hikâyesi yok. Eğer matematik dehası Hypothia ve kuramları yok edilmeseydi, bugün insanlık 1500 yıl daha ilerde olacaktı. Ve kadınlar da.. Çünkü kadın ancak çağdaşlıkla güçlendiğinde eşit cins olabiliyor. Hiçbir medeniyet farklı bir yolunu bulamamış henüz.
1- İlk soru şuydu: “Kadın ülkemizde insan olarak haklarını erkekler ile eşit kullanabiliyor mu? Türkiye’de neler eksik, sorun nereden kaynaklanıyor?
Cevabı Finlandiya ile Katar arasındaki farkta yatıyor.
Kişi başına düşen milli geliri 80,000 dolar olan Katar’ın; neden milli geliri 50,000 dolar olan Finlandiya’nın yanında esemesinin okunmadığında yatıyor.
Kendi toplumumuza ki yerimize bakarsak;
- Kadınların neredeyse yarısı şiddete maruz kalıyor.
- Eşi veya eski eşi tarafından şiddete maruz kalan kadınların oranı %39.
- Varoşlarda bu oran %97’lere çıkıyor.
- Aile şiddetinin eş şiddetinden geri kalır yanı yok.
- Yaşadıkları fiziksel şiddeti kimseye anlatamayan kadınların oranı %48,5.
- Güvenlik güçleri dâhil hiçbir kuruluşa başvurmayanların oranı %92.
“Kadın kocasına her zaman için itaat etmeli” diyen kadınlarımızın oranı yüzde 59.
Bu oran bazı bölgelerde yüzde 71’e kadar çıkıyor. Şiddete uğrayan kadın; bu şiddetin hayatın bir parçası olduğunu düşünüyorsa, karşımızdaki düşman aldığı gelenek öğretisidir. Açmazımızın bu olduğunu sanıyorum:
Hep aynı panellerde hep aynı konuyu binlerce kez konuşup sonuç alamıyorsak,
bizi yönetenin bu sorunu çözmek istemediğini de anlamak zorundayız. Siyasetçi; kadının bu itaatinden sultanlık zirvesine bir destek görüyorsa neden geleneği değiştirsin ki! Uluslararası itibar için ise elbette makyaj gerekiyor. Buna rafta duran kanunlar ve uluslararası sözleşmeler diyoruz…
2- Bu ikinci soruyu da yanıtlıyor bir şekilde…“Kadın ülkemizde siyasette neden yer almıyor? Yer almalı mı, ne yapmak gerek?”
Kadın çağdaş refah toplumunun sağladığı kültürel güç içinde değilse, siyasette tıpkı raf kanunları gibi kozmetik olarak yer alır. O halde kadının siyasette yer alıp almamasından ziyade; kadının siyasette olmasının bir lüks olarak sunulmadığı refah ve bilgi düzeyine ulaşmayı sağlamak gerekiyor.
Kadın matematikte varsa, siyasette doğal olarak olur, kadın bilimde varsa siyasette doğal olarak olur.
Tek cevabı budur, diğer cevaplar sadece meseleye kafa yoruyormuşuz havası vermek içindir…
Simdi bilimdeki yerimize bakalım;
Bilimdeki yerimiz:
65 OECD ülkesi içinde, eğitim kalitesi yönünden;
— Matematikte 44’ncü,
— Okuduğunu anlama ve anlatmada 42’nci,
— Fen’de 43’ncüyüz.
- 2014 Ocak ayında üniversiteye girebilmek için 2 milyon 7 bin 69 öğrenci üniversite giriş sınavına başvurdu.
- 518 bin civarında aday barajı geçemedi.
- Her yıl liselerden 730 bin; 143 üniversiteden 430 bin genç mezun oluyor.
- Her sene yüz binlerce mezun yaratan sistemde genç nüfusun neredeyse beste biri işsiz.
- Resmi rakamlara göre Genç nüfusta işsizlik oranı yüzde 19.
Rakamlar “Kendimizi Gerçekten’ tanımak için her zaman sağlam ipucu verirler:
Nüfusumuz ve Ürettiğimiz Değerler:
-2013 nüfus sayımına göre 76 milyon 667 bin 864 kişilik bir ülkeyiz.
-31 milyon 357 bin kişi 30 yaş altı gencimiz ve çocuğumuz var.
-Nüfusumuzun 38 milyon 194 bin 504 kişisi kadın. Bu sayının yarısı 30 yaş altı..
Sıradan bir karşılaştırmalı ihracat örneği verelim;
- Her yıl 432 ton demir satıp, 1 ton ilaç alıyoruz.
- 582 tır un satıp, 1 tır ilaç alıyoruz.
- 2088 tır krom cevheri satıp, 1 tır aşı alıyoruz.
- 25 tır mermer satıp 1 adet tomografi cihazı alıyoruz.
- 670 tır demir satıp, 1 tır cep telefonu alıyoruz
- 2612 tır çimento satıp 1 tır bilgisayar alıyoruz.
Bilimle yakınlığımız olmadığı için; bize bahşedilmiş yer altı zenginliğimizi satıp, sağlık ve teknoloji satın alıyoruz. Ürettiğimiz değere göre çok ama çok kalabalık bir ülkeyiz.
Hollanda bizden yüzölçümü olarak yirmi beş kat; nüfus olarak beş kat daha küçük.
Avuç içi kadar Hollanda’nın sadece çiçek ihracatı bizden 27 kat fazla..
Kuşakların hayat kalitesi değil, dindar ve kalabalık olması değerli oluyor.
Çünkü kaliteli yaşam değil; kalabalık olmak iktidar sağlıyor.
Bizim gibi toplumlarda, yönetenlerin dini zırhları varsa, sefahatleri de hak olarak kabul ediliyor. Sefalet ve safahatın birlikte yükselmesi, dini sadakat sürdürüldükçe sorun olarak görülmüyor.
İnanılmaz büyüklükte ve kalifiye edilmemiş mesleksiz bir genç nüfusumuz var.
Eğitim kalitemiz düşük ve eğitime neredeyse hiç para harcamıyoruz.
Genç İşsizliği’ne bakalım:
- Ailelerde eğitime harcanan hane bütçesi yüzde 2.
- Umut kaynağı olması gereken üniversite, hiçbir anlam ifade etmiyor.
- Sosyal tarihimizde ilk kez eğitimli nüfusta işsizlik oranı %29,3 olup;
- bu oran lise ve dengi meslek okul mezunu gençlerde %20,2 oldu.
- Yükseköğretim mezunu genç erkeklerin işsizlik oranı %23,4 iken,
- Genç kadınlarda bu oran %34,4’e yükseliyor….
Bu kadar bilim ve meslek eksikliği nasıl bir sosyolojik tabloya yol açıyor?
Sosyolojik yerimize bakarsak:
- Türkiye’de yaşayan her 10 kişiden sadece biri insanlara güvenebileceğini düşünüyor.
- Ailelerde kültüre harcanan hane bütçesi % 3
- 1990’dan 2011’e Türkiye muhafazakârlık oranı %3 artıp % 63’e ulaştı.
Eğitim sistemimizden toplumsal yapılanmamıza dek kendi insanına güvensizlik, takım halinde çalışamamak, ezbercilik, tutuculuk gibi özellikler baskın çıkıyor.
Dinin esas anlamının, ahlaki bir rehberlik olduğuna değil, dini kuralları çevremizdekilere uygulatmak olduğuna inanıyoruz.
Bundan ötürü herkes kimin namaz kılıp kılmadığıyla, içki içip içmediğiyle ilgili..
Bütün bunların kadın haklarıyla ilgisi ne? Çünkü sağcı, muhafazakâr bakış, katı cinsiyetçi yaklaşımı besliyor.
Siyaset kadınlara yüksek dozda ahlak politikasıyla ulaşıyor. Çoğunluğu göreve çağırıyor.
Ahlak deyince, yolsuzluk, hile, vergi kaçırma, başkasına kötülük etme, olmayan linç hikâyelerini uydurma, topluma en temel konularda yalan söyleme anlaşılmıyor ne yazık ki!
Ahlak deyince anlaşılan tek şey, kadın davranışlarını kontrol etmek; ucu kahkahadan başlayıp, kısa etek giymeye kadar uzanıyor…
Evrensel ahlak çıtasıyla bizimki arasında muazzam bir fark var.
Bu yapı kadının sosyal durumunu en altlara çekiyor.
– Ailelerin erkekleri kızlardan önde tutan geleneksel önyargıları;
– Ailelerin kızlarının bir an önce iffetini koruyarak kocaya verilmesini eğitimden daha önemli görmesi;
– Başarılı kadın rol modellerinin ideolojik olarak saldırıya uğraması bu sosyal yapıyı kalıcı kılıyor.
3- Son sorumuz şuydu: “Kadınlar fırsatları ve haklarını kullanmada ve yönetime katılmada yeterince istekli ve mücadeleci mi, neler yapmaları gerek ?”
Son olarak dünyadaki yerimize bakalım:
Türkiye, Dünya Ekonomik Forumu tarafından yayınlanan 2013 Küresel Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi’nde, 136 ülke arasında 120. sırada yer almıştır.
Dünyanın en saygın Tıp Akademilerinden biri olan, Berlin Üniversite Hastanesi akademisyeni Dr. Meryem Ocak,
yaptığı bir çalışmada göçmen Türk kızlar için en kötü şeyin, fahişe olarak damgalanmak olduğunu saptamıştı.
Bu damgalanma anavatanda da kadınların; eşitsizliğe, yoksulluğa, işsizliğe ve krize karşı durumlarını belirleyen en önemli etkendir;
1- Kadınların, toplumsal yaşamda kendisini ifade etmekte erkek baskınlığı nedeniyle gönüllü olarak geride kalmayı seçmeleri..
2- Kalifiye olmamak, meslek ve iş programlarına tabi tutulmadığı için ucuz iş gücü olarak kullanılmak,
3- Yasalar karşısında eşit olsa bile bu eşitliği kültür olarak algılamakta zorlanmak,
kadını kendi hakları için mücadele konusunda isteksiz ve pasif kılmaktadır.
Kadını baskı altında tutan gelenek ve önyargılara karşı; siyasetçiye getireceği oyları umursamadan çağdaş ve bilgi toplumu inşa etmek için kolları sıvamak gerekiyor.
Ancak muhafazakâr siyaset bunu başaramaz. Dünyanın hiçbir yerinde başaramamış.
Kız ve erkeğin daha anaokulundan itibaren ayrı oturtulduğu bir dünya görüşü bu eşitsizliği gelecek yüzyıllara taşımaktan ve kadın özgürlüğünü ertelemekten başka işe yaramaz.
Çoğunluk benzemek üstünedir,
azınlık benzememek üzerine.
Klasik bir söylemdir ama tekrarlamakta fayda var;
dünyayı hep azınlık olanlar değiştirmiştir.
Bunu modern siyasetin yapabileceğini hayal ediyorum.
Eski bağnaz gelenekleri ve eski otoriter siyasi mekanizmayı allayıp pullayıp yeniden satan çıkarcı siyasete karşı;
Çağdaş dünyanın bir parçası olduğumuzu hissettiren ve
“bize güvenenlerin aynı zamanda bu güvenden büyük değer hissedecekleri”
bir performans yaratmaktan söz ediyorum.
Kanaatime göre, kadınları baskı altına alan, geleneksel kadın rollerini tekrarlayarak sunan, kadınların talepleri için harekete geçmesini, birleşmesini, örgütlenmesini, kendi ayakları üzerinde durmasını engellemeye çalışan
her türlü akım ve anlayışla mücadele etmezsek torunlarımız da kadın sorunları konuşuyor olacaklar.
Sunumumda kullandığım bazı rakamlar için Utku Kaynar’a teşekkür ediyorum.
Sabrınız için teşekkürlerimle…
Şafak Pavey