CHP’li milletvekilli, engellerin yıkamadığı başarılı isim Şafak Pavey ile Türkiye’deki toplumsal ayrışma tehlikesini konuştuk CHP İstanbul milletvekili Şafak Pavey’in siyasetten tek beklentisi, bugün halka dayatılan yolun, sadece ülkenin geleceği için yanlış değil, bizzat bunu dayatanların bile yaşamak istemeyecekleri bir yol olduğunu anlatabilmek. Pavey “Arap coğrafyasına bakın, bin yıldır aynı sorunlarla, kan dökerek uğraşıyorlar. Sonuç sıfır. O halde neden biz modern toplum yolunu yarılamışken, geri dönelim ki?” diye soruyor. Pavey, bütünlüğün sağlanması için baskın grupların, modernleşmenin kendi geleceklerine de refah sağlayacağına inanmaları gerektiğini söylüyory
Yıldız ÇELİK – İzmir 9 Eylül
‘Siyasi ruhbanlara hiç ihtiyaç yok’
Pavey bir siyasetçi olarak tek beklentisini ve amacını bugün Türkiye’de, vatandaşlara dayatılan yolun, sadece ülkenin geleceği için değil, bizzat bunu dayatanların bile içinde yaşamak istemeyecekleri bir yol olduğunu anlatabilmek şeklinde özetliyor.
‘EĞİTİM, baskın sosyal güç olan tutucu geleneği yenmekte başarı kazanamadığı için, bir türlü bilimsel bakışlı, refah ve huzur öncelikli bir toplum olamıyoruz. Böylece modern eğitim içinde yetişmişlerle, buna düşman olan paranoyak gelenekçilik çatışmaya giriyor’ diyen Cumhuriyet Halk Parti Merkez Yönetim Kurulu’nda Doğa Haklan ve Sosyal Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı görevini yürüten Şafak Pavey ile parçalanmışlığımız üzerine bir röportaj yaptık.
Pavey, Cenevre Üniversitesi’nde sanat eğitimi aldığı sırada, geçirdiği tren kazasıyla engelli dünyası ile tanışsa da engellerin üstesinden gelebilen güzel bir örnek kişi.
Pavey: ‘…Beni üzen aklı başında bireyler olarak; sağlıklı muhakeme yeteneğini kullanmıyor olmamız’
‘Ben parçalanmış bir toplumdan geliyorum. Parçalanmışlığı Gezi gösterileri ile gözler önüne serilen bir toplumdan. Oysa kültür olarak tek bir birlik olmaya oldukça değer veririz’ diyorsunuz. Bu kadar önem verdiğimiz bütünlüğümüz neden bu parçalanmış durumuna geldi sizce?
Bence, modernleşme ve modernleşme karşıtı çatışma Ortadoğu’yu kasıp kavururken, Türkiye’nin bu parçalanmanın dışında kalması düşünülemezdi. 1990’lı yıllarda Cezayir’le başlayan (daha eskilere uzanıyor ama var olduğunun görmezden gelinemez hale gelmesi Cezayir’dir) modern toplumun geleneğin gücü ile tasfiye hareketi, kimliğini bin yıldır yerine oturtamamış Ortadoğu’yu salladı. Kuşkusuz, bunda dünyanın yeni çatışma alanı olan kültür meselesi de çok etküi oldu. Cezayir’de siyasi hiçbir tercihi olmayan 200 binin üstünde öğretmen öldürüldü. Neden öğretmen ve neden asker değil. Çünkü modernleşmenin, modern eğitim eliyle yayıldığı yanılgısı kültür çatışmasında öğretmeni hedef seçiyor.
Oysa benim fikrime göre, bir toplumun geleceğini, eğitimden daha çok egemen kültür belirliyor. Eğitim baskın sosyal güç olan tutucu geleneği yenmekte başarı kazanamadığı için, bir türlü bilimsel bakışlı, refah ve huzur öncelikli bir toplum olamıyoruz. Böylece modern eğitim içinde yetişmişlerle, buna düşman olan paranoyak gelenekçilik çatışmaya giriyor. Bu da toplumu hayat biçimine müdahale kaygısı içinde bölüyor. Güçlü gelenek benim belirlediğim gibi yaşamazsan seni yok ederim dediğinde, zaten oldukça zayıf modernleşme kendisini korumak için sığmaklar arıyor. Bugün bütün Ortadoğu’da itiraf etmesek de yaşanan parçalanma, diğer irili ufaklı nedenlerle birlikte temel eksen olarak budur. Ama konuyu sosyal özgürlükler düzeyinde görmek istemeyenler, siyasi kutuplaşma olarak anlaşılmasına gayret ediyorlar. Merdiven boyamanın, park korumanın ya da şort giymenin neresi siyasi… Bu bir hayat tercihi.
Bu parçalanmışlıktan, tekrar bütünlüğümüzü sağlayabilecek miyiz?
Şafak Pavey: Tekrar bütünlüğü sağlamak için toplumun baskın gruplarının kendi geleceklerinde modernleşmenin sağlayacağı refaha inanmaları lazım. Bu inanç ne yazık ki ağır bir propaganda altında ezilmiş durumda.
Tekrar bütünlüğü sağlamak için toplumun baskın gruplarının kendi geleceklerinde modernleşmenin sağlayacağı refaha inanmaları lazım. Bu inanç ne yazık ki ağır bir propaganda altında ezilmiş durumda. Gelenek bizim gibi bilim ve buluşla bağları çok zayıf toplumlarda, cep telefonu kullanan ya da kanser ilacına ihtiyacı olan birinin, çiçek aşısını reddetmesi gibi oldukça kötü sonuçları olan bir itiraz. Çünkü hayatımızda kâşiflerinin adı ile anılan ve bu nedenle çoğu yabancı isimleri olan buluşlar yeni toplumun ürünü. İşine geleni reddedip işine geleni kabul ederek yaratılan çatışma bölünmeyi derinleştiriyor. Dünyanın bir yarımküresinde siyasal düşünce gittikçe önemini yitirip, yerini insan ve doğanın tükenen kaynaklara karşı yeniden konumlanması üstüne çalışırken, diğer yarım küre siyasette geleneğin verdiği büyük hazzı henüz keşfetti ve bedeli ne olursa olsun tadını çıkarmak istiyor. Bence temel sorun burada yatıyor. Kadınlar çok çocuk doğursun ama önümüzde bizi bekleyen muazzam bir su ve yiyecek savaşı var. Doğmuş çocukların yiyecek ve suyunu garantüeyemiyorsan, çok çocuğu aile için değil kendi gücün için istiyorsundur.
Geleneğin bu zavallı popülizmine tek cevabım var, soru olarak. Geçen yıldan bu yana bütün dünyada (ülkelere göre küçük farklılıklar olsa da) yiyecek fiyatları yüzde sekiz yüz arttı. Buna karşı aldığınız tedbir var mı? Ya da bunu hiç telaffuz ettiniz mi? Eğer yiyecek fiyatlarında küresel olarak hiç görülmemiş biçimde bir artış varsa, öncelikli konu Suriye değil, tarım politikası olmalıdır. Bu durumda her şeyden önce, çok çocuğa teşvik yerine, mevcut nüfusu kaliteli doyurmanın politikalarına bakmak lazım.
5 Haziran 2013 Dünya Çevre Günü’nde, özellikle “Doğamızın 92 Katliam Noktası’ ‘Kırmızı Alarm Zili’ olarak bir duyuru yaptınız. Hükümetin ‘Doğa Katliamı Planı’ndaki inadına tepki olarak “5 Haziran Çevre Günü’nü kutlamıyorum” dediniz. Doğa Katliamı ile ilgili çalışmalarınızı, karşı koyuşunıızu nasıl sürdürüyorsunuz?
Aslında oldukça umutsuzdum ama Gezi protestolarından sonra hükümet doğamızı tamamen alabora edecek Tabiatı Koruma Kanunu değişikliğini geri çekince çok umutlandım. Demek ki kimsenin duymadığını sandığımız sesimizi duyanlar ve duyup bize katılanlar varmış. Yine de Polyanna değilim. Her ne kadar kanun tasarısı geri çekildiyse de Meclis açıldığında, yeniden çeşitli hilelerle kaş göz arasında geçirilmesi de mümkün. Eğer bunu yaparlarsa son kalan ormanlarımız, sulak alanlar, sahiller bugüne kadar açgözlü kifayetsizlerden bir şekilde korunması başarılmış elimizdeki son doğa parçaları geri dönüşü olmayacak biçimde tahrip edilecek.
Atatürk Orman Çiftliği mesela kaşla göz arasında yok oldu.
Bahçeşehir Üniversitesi’nden BETAM Merkezi ile birlikte takip ediyoruz çevre çatışmalarını. Ülkemizdeki bütün doğa ve çevre kuruluşları ortak görüş içinde. Umarım mücadelenin kazananı doğal servetimiz olacak. Aksi durumda insanlığa ve evrene verilmiş geri dönüşü olmayan bir zararm parçası olacağız.
Kişilerin başlarına gelen şeylerin, tanrısal ceza olmasına bağlandığı söylemlerini pek çok kez duyar olduk. Size de sosyal medyada, Malatya AKP Gençlik Kolları MYK üyesi Melik Birgin “Allah bir bacağını almış, hala küfürden uyanmazsın, nedir bu inatçılık” demişti. Siz bu bakış açısını nasü değerlendiriyorsunuz?
Ben bu yaklaşıma en çok şaşıranlardan biriyim. Hem kendi içinde mantıksız hem de kendi engelli taraftarını da inciten bir cahillik. Öncelikle nasıl olur da kendini, Tanrı’nın mesajının elçisi yerine koyarsın. Ya Tanrı senin söylediğin gibi düşünmüyorsa… Biz nasıl anlayacağız söylediğinin Tanrı’nın mutlak yargısı olduğunu? Bu nedenle oldukça mantıksız ama maalesef, Tanrı adına mesajlarla toplumu kontrol etmek oldukça hileli bir zafer… Beni üzen, kendini bilmezlerin bu tür mesajları değil, beni üzen aklı başmda bireyler olarak, sağlıklı muhakeme yeteneğini kullanmıyor olmamız. Birey kendisini kontrol altma almak için kullanılan araçları, kendi başına öğrenebilir ve kendi bilinci ile yorumlayabilir. Bu siyasi ruhbanlara hiç ihtiyacı yok ama sanırım Tanrı ile aralarma birisini almak daha zahmetsiz ve güven verici geliyor.
‘Türkiye’nin Geleceği’ için seçimlerden bir ümit bekleyebilir miyiz?
Politika propaganda sanatıdır, içinde bulunduğunuz toplumun ne yazık ki oyları; bireysel bilgi ve geleceği özgür bir refahla şekillendirme arzusu belirlemiyor. Bu son derece dünyevi meselede toplumun tercihlerini, kutsal semboller ve kendilerini Tanrı adına konuşmaya yetkili ilan edenlerin dokunulamaz gücü yönlendiriyor. Karşı konulamaz bir dini propaganda ile kuşatılmış durumdayız.
Gelecek, uyarılarımızı haklı çıkaracak ama haklılığımızın kanıtlanacağına emin olmak, toplumun geri dönüşten çekeceği acıları ve karmaşayı önlemeye yetmiyor. Yine de bizim halkımızı neyin beklediğini usanmadan bıkmadan büyük gayretle göstermemiz gerekiyor. Bu ülkeye karşı en büyük sorumluluğumuz olduğuna inanıyorum.
Doğru şeyler yaptığını hissediyor.
Objective Research Center’in (ORC) 81 il merkezinde, tesadüfi yöntemle seçilmiş 11 bin 560 kişiyle yüz yüze görüştü. AKP ve CHP Genel Merkez yöneticilerinin performanslarını ölçtü. CHP’den 18 vekilin performansının değerlendirildiği araştırmada ‘çok taranan’ ve ‘En başarılı7 kategorilerinin tepesinde Gürsel Tekin ismi yer aldı. Gürsel Tekin’in hemen ardından siz, yani siyasetin ‘EN’ leri oldunuz. Sizce siyasetin ‘EN7 i olmak ne demek?
Ben siyasette kendimi hiç ‘En’ hissetmedim ama doğrusu gururum okşanmadı dersem doğru söylememiş olurum. İnsanın, geniş linç kampanyaları arasında doğru şeyler yaptığının anlaşıldığını hissetmesine yarıyor. Benim siyasetten tek beklentim var. Bugün bize dayatılan yolun, sadece ülkemizin geleceği için değil, bizzat bunu dayatanların bile yaşamak istemeyecekleri bir yol olduğunu anlatmamıza yardımcı olabilmek. Arap coğrafyasına bakın, bin yıldır aynı sorunlarla ve her kuşakta kan dökerek uğraşıyorlar. Sonuç, elde var sıfır. O halde neden biz modern toplum yolunu yarılamışken, geri dönelim ki i Üstelik dönmemiz için bize işaret edilen yol bataklıktan farksızken!..